Yazdığım birçok öykünün, özellikle de son yazdığım öykülerin üslubuna yönelik değişik yorumlar alıyorum. Değişik yorumlardan kastım, büyük…
Yazdığım birçok öykünün, özellikle de son yazdığım öykülerin üslubuna yönelik değişik yorumlar alıyorum. Değişik yorumlardan kastım, büyük çoğunlukla olumlu ifadeler; ama beni esas etkileyen nokta, iç dünyalarına indiğim karakterlerin yansıması ve okurda oluşturduğu ironi oluyor. Neden klasik düz hikâyeleme yöntemiyle anlatmadığım ve bu yolu tercih ettiğim soruluyor. Aslında tamamen ironi öyküler veya karakterler anlatmıyorum; ama yine de aktarmak istediğim olay ve mekân örgüsünü bu şekilde daha iyi ifade ettiğimi düşünüyorum.
Ömer Seyfettin öykülerini hatırlarsanız bu tarza güzel bir örnek teşkil edebilir. Büyük usta, bazen çok basit bir olayı bile kullandığı ironi içeren kelimeler veya cümlelerle hafızamıza kazımıştır. İronik anlatım her ne kadar üzerime yapıştıysa da bu durumdan hiç şikâyetçi değilim. Evet, bu benim için bir tarz oldu, diyebiliyorum.
Anlatım tarzımla örtüşen bir diğer parametre de ters köşe biten sonlar oldu. Düşünün ki aşk acısı çeken bir karakteri anlatıyorsunuz, karakter bir bunalımdan çıkıp diğerine giriyor, hayatı kendine zehrediyor, yapmaması gereken ne varsa yapıyor ve okuyucu olarak bunun güzel bir sonla bitmesini istiyorsunuz. Hep mutlu sonla bitsin, sevenler kavuşsun, aşk acısı bitsin istiyoruz ama öyle olmuyor; çünkü hayatın kendisi de öyle değil. Çok küçük nüanslar bizi eyleme geçirip motive etse de eğer bir acı çekilmesi gerekiyorsa çekilmeli, o zorlu yol çok acı olsa da yürünmesi gerekiyorsa yürünmeli. Genelde bu duyguyu yansıtmaya özen gösteriyorum; ama kesinlikle “Şu mesajı vermek istedim.” gibi kelimeler kullanmıyorum. Yazdığınız roman veya öyküdeki mesajı bırakın, okuyucu istediği gibi algılasın. Okura her zaman güvenmek gerek. Edebi eserler; bu bağlamda özgür ve sınırsız yapılardır, her okurda bıraktığı iz de farklıdır.